AŞK
Aşk, insanın ilk yaratılışından beri vardır ve insanın doğasına konulmuştur. Bizi yaratan o kadar ince düşünceli ve lütufkârdı ki, dünyayı aşksız yaratmadı. Bizi yarım bırakmadı. Çünkü insan aşksız yarımdı. Aşk olmasaydı hep bir eksikliği olacaktı da. Aşk her şeydi. Mutluluktu. Temizlik ve saflıktı. Masum ve samimiydi. Değeri onu yaratan kadar büyüktü. Çünkü aşk sonsuz bir sevgiden geçiyordu. İlk insan olan Adem'in Havva'ya duyduğu zahiri aşk, aşkların ilki, yani başlangıcıydı. Bu güzelliği onlara ilk lütfeden Allah, zahiri aşklarını, dünyada yaşamalarını istedi. Böylelikle dünyaya gelen ilk aşk Adem ile Havva'nın zahiri aşkıdır. Aşkı yaratan, yaşanacak olayları biliyordu ve bunların hepsini elbette önceden planlamıştı.
^ yukarı ^
ADEM'e RUH VERİLMESİ
Allah Adem'i yaratırken, meleklere (Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail, Azazil) tek tek emretti; "Gidin dünyanın farklı farklı 60 bölgesinden topraklar getirin" diye. Aynı bölgenin toprağı olsaydı, Ademler hep aynı sıfattan olurdu. Melekler tek tek gitti dünyadan toprak istedi. Dünyanın yakarıp ağlamasından ve üzülmesinden dolayı torağı alıp gelemediler. Sadece Azrail meleği hariç. O bu benim görevim dedi ve toprağı zorla aldı. Bu yüzden Adem'in ruhunu alma görevi Azrail'e verildi. Adem yaratılırken çar (dört) element (nar (ateş), hak (toprak), Bab (Hava), Ab (Su)) ve şeş (altı) cihetten (ön, arka, sağ, sol, üst, alt) var edildi. İçine gam suyu katıldı. Bu dört nesneyi, melekler yoğurdu, ama bir türlü maya tutmadı, her seferinde toprak çatladı. O zaman bu 5 melek Allah'a müracaatta bulundular. Allah meleklere kendi nurundan nur gönderdi, "Bu nuru katın" dedi. Allah'ın nurunu Adem'in çamuruna kattılar. O zaman çamur birbirini tuttu. Bir şekil verdi melekler, fakat ruh verilmedi. Allah, Cebrail'e "Ya Cebrail, adem nasıl oldu, beğenir misin?" Cebrail dedi "İskelet yapıldı, çamurdan" dedi. Çamurdaki göğse bir el vurdu, ses geldi. "Ya Rabb" dedi Cebrail. "Senin işine karışmam! Yalnız bunun içi boş! Ses geldi" dedi Allah'ta "Ey Cebrail Orası benim gizli hazinemdir, beni arayanlar orada bulacaktır" dedi. Çünkü biz diyoruz ki Hakk müminin temiz olan kalbindedir, Hakk Adem'de gizlenmiştir. Bunu ayet de söylüyor. Diyor ki; Hakk'ı yerde, gökte, ağaçta arayan münâfıktır. Nerededir? Mekânında münhazardır. Mekânı nerede? Pak Adem'dir diyor.
^ yukarı ^
AZAZİL (ŞEYTAN) İNANMADI
Cebrail gittikten sonra, Melek-i Azazil geldi. O da baktı "Ne olabilir ki? Bir çamur parçasıdır" dedi. O da tuttu göbeğine bir el bastı, o zaman Allah dedi ki "Ben Adem'e ruhumdan ruh vereceğim; o Azazil'in parmak bastığı yeri çukurlaştıracaksınız" Çocuğun doğmasında göbek kesme oradan kalmadır.
^ yukarı ^
ADEM'in UYANMASI
Sonra Allah Adem'e akıl ve nefis vererek onu uyandırdı. Adem uyanınca "Alemleri ben yaratmışım" dedi. Hemen Allah yeniden uyku verdi. Sonra Adem'e fikir verdi, iman verdi, hicap verdi, edep verdi, erkanı, namusu, vicdanı, gayreti, boğozu, kibiri, hasedi, hersi sükutu, hayayı ve selameti de verdi. Adem bu kez uyanınca, "El hamdüllüllah la ilahe il ola Muhammede resullullah" dedi. Sonra Cebrail Ademi yanına alarak, Cennet'e götürmek üzere yola çıktı.
^ yukarı ^
ADEM'e İSİMLERİN ÖĞRETİLMESİ
Ama oraya gitmeden önce, kendisinin daha önce gittiği ve yıllarca kapısına niyaz ettiği, içinde tek vücut olmuş, yeşil ve ak iki nurun bulunduğu, muallakta (havada) asılı duran yeşil bir kubbe misali kandile götürdü. Kubbeye geldiklerinde; "Ya Allah! dedi Cebrail" kapı açıldı "Ya Muhammed, ya Ali" dedi, içeri girdiler. Adem de onun peşinden içeriye baktı ki, bir nur gördü. Cebrail "Ey Adem, selam ver! O nura" dedi. İşte ilk olarak Ademlere gelen birinci halat selam idi, Tanrı selamı. "Es selam-ı aleyke!" dedi Adem Nurdan ses geldi "Aleyküm selam ya ata! Ya Adem, ben Fatıma't-ül Zöhre'yim, başımdaki taç Muhammed, belimdeki kemer Ali'yel Murtaza. Kulağımdaki mengiç küpeler, biri İmam Hasan, biri İmam Hüseyin'dir. Diğer dokuz imam benim veçhimden mevcuttur. Yalnız zahiri alem aşikar olduğu zaman, ben Muhammed'de doğacağım, Ali ile evleneceğim, senin sülbünden geleceğim. Batın'da, hepsi bende mevcuttur. Yalnız unutma, bir darlığa düştüğün zaman bu sana öğreteceğim isimleri unutma, iyi belle! Allah'a o isimlerin yüzü suyu hürmetine dua et. Darlıkta seni kurtarır bunlar. Tüm kainat, o isimlerin yüzü suyu hürmetine semah etmektedir." dedi. Bundan sonra Cebrail Adem'i oradan aldı, Cennet'e götürdü.
^ yukarı ^
ADEM'in CENNETE GELİŞİ
Oradaki yasak ağacı ve meyveyi tanıttı. Ona bu ağaçtan uzak durmasını ve meyvesini yememesini söyledi. Allah Cennet'te meleklerine, Adem'e secde etmelerini emretmişti. Bütün melekler Adem'e secde ederken, yalnız iblis kendisinin ateşten yaratıldığını öne sürerek, Adem'in topraktan yaratılışını küçük gördü. Kendinin üstün olduğunu iddia edip, kendini methetmeye başlayarak, çok kötü bir davranış olan, kibre bulaştı. Ateşin topraktan daha değerli olduğunu savundu. Ateşin aydınlığını ve parlaklığını gösterip, ''bu özellikler toprakta bulunmaz'' dedi. ''Ateşte bulunan aydınlık, gök kubbede bulunmaz, onda olan nur güneşte olmaz. Ateş çiğleri pişirir, hamları olgunlaştırır'' dedi. Bu esnada Allah'tan bir nida geldi: ''Ey mel'un, boş lafı bırak. Bilmez misin ki kendini büyük görenlerin hizmeti kabul olmaz ve benim yanımda kibirliler yer bulamaz. Tevazu edenlerin şanı büyük ve yeri yüksek olur. Şunu bil ki ateşin işi daima ıstırap, toprağın hali ise sakinliktir. Istırap verenle iyilik sahipleri aynı olmaz. İyilerin yeri olan Cennet'in esası, topraktır ve mis kokar. Halbuki orada ateş yoktur. Ateş düşmanların azabı bir alettir. Ateşin yeri olmadığı için toprağa muhtaçtır.Toprak ise ateşe muhtaç değildir. Toprak ile şehirler mamur olur. Ateş her şeyi harap eder. Onun için toprağın ateşe üstünlükleri sayılmakla bitmez. Ey mel'un, sen sus da, Senin asıl madden olan ateş ile benim halifemin maddesi olan toprak münazara etsinler ve her biri deliller göstersinler'' diye buyurdu. Münazaraya baştan ayağa aydınlık olan ateş başladı:
Ateş:
- Ey toprak, benim parlak suratım ve ışıklı suretim vardır. Geceleri alemi gündüz gibi ederim. Bir mum başına otursam karanlığı gideririm. Ben bir pehlivanım ki kılıcımı çeksem kuru ot askerlerini yakar kül ederim. Ben hakkın tecellisine layığım hidayet yolunun rehberiyim.
Toprak:
-Ey ateş, senin işin daima kendini methedip göklere çıkarmaktadır. Benimki ise büyüklük tacını hakirlik toprağına bırakmaktır. Ne kadar delilin yüksek alametin varsa söyle.
Ateş:
-Ey toprak, sabah ve akşam kadınların mücevherleri benim. Allah'ın varlığının sahibi benim. Ben intikam yeriyim Nice yıllar sıkıntı ocağında yandım, yakıldım .
Toprak:
-Ey ateş, hep büyüklük gösterdin. Kendi başınla oynarsın. Bilinmez misin ki, büyüklük alçalmada ve rahatlık tevazudadır Ben onun için yükseğim. Halkın yükünü çekerim. Gök defilesinin hazineleri bendedir. İnsanların ibadet için döktükleri, Kabe-i şerif bendedir. Bazen suyun yerini tutarım.
Ateş:
-Ben sizinle söz edemem. Ben kendimi yükselttikçe sen kendini alçaltıyorsun . Lakin bir sen söyle bir ben. Ey toprak, ben nur gibi parlıyorum, senin neyin var?
Toprak:
-Benim gönül çeken, ciğer yakan yüzüm vardır.
Ateş:
-Ben yanınca yükseklere çıkarım.
Toprak:
-Ben basit bir yeri nurlandırır ve süslerim.
Ateş:
-Ben cevherlerin mihengiyim.
Toprak:
-Ben de defineler ve hazineler sarayıyım.
Ateş:
-Sert taşlardan cevheri kolaylıkla çıkarırık.
Toprak:
-Ben kara zeminden çeşit çeşit renklerde ve türlü türlü kokularda çiçekler çıkarırım.
sonunda toprak sözü şöyle sonlandırdı:
-Ben Allah'ın halifesinin maddesiyim. Ben Allah'ın sevgilisinin mezarının maddesiyim. Münacat ehlinin mihrabıyım. Lakin beni tahrik etmeseydin ve Allah'ın emri olmasaydı bunları da söylemezdim, dedi.
Rivayet edilir ki; Adem Cennet'te üzüm, incir ve hurma yedi. Böylece Cennet yemeklerine ve meyvelerine rağbet eyledi. Cennet bağlarını, bahçelerini, Cennet köşklerini dolaşmaya başladı. Süt ve baldan olan ırmak kenarlarında yürüdü. Canı her ne isterse hemen hazır oldu.
^ yukarı ^
ADEM'in İLK DİLEĞİ
(Adem ilk dileğinde kendisine öğretilen isimlerin yüzü suyu hürmetine dilekte bulunmayı akıl edemez.)
Adem yaratılış icabı kendi cinsinden arkadaş bulup onunla yakınlık kurmak istedi. Şüphesiz istediği kendi gibi bir insandı. Ama o zaman kalbinden (nefisli) istiyordu başka bir kalbi. Ama ona ilgiyle, sevgiyle bağlı kalacağı, Cennet'te el ele, göz göze yürüye bileceği, Cennet'in güzelliklerini her daim paylaşacağı biri olmalıydı. Bu hisler ona verilmemiş olsaydı veyahut bu arzular yaratılışında bulunmasaydı, bunları ne hissederdi ne de düşünürdü. Şüphesiz bunda Allah'ın sırlı bir işi vardı. Vardı bir mükemmellik. Ama nasıl olacaktı? Bu hislerine cevap ne zaman gelecekti?
Bunları aklından geçirirken onun bu istediğinden Allah'ın haberi vardı elbet. Bu düşüncede iken uyuyuverdi.
^ yukarı ^
HAVVA'nın YARATILIŞI
Uykusunda uyurken Allah onun bu istediğine cevap olarak tam o esnada sol tarafında Havva' yı yarattı. Havva melekti aslında, ama bunu ikisi de bilmiyordu. Tıpkı Adem'in suretinde, onun boyunda onun şeklinde ve rengindeydi. Yüzünün güzelliği de Adem'inki gibiydi. Havva'nın derisi, Adem'in derisinden daha nazik, yumuşak ve rengi çok parlaktı. Tıpkı bir melek gibiydi. Sesi çok tatlı, gözleri siyahtı. Dişleri, avuçları ve ayakları, Adem'inkinden güzeldi. Saçları yedi yüz bölük olup her biri Cennet yakutlarıyla süslüydü. Havva hiçbir gözün görmediği kadar güzeldi. (Kuran'da Havva ismi hiç geçmez aslında. Kaburga kelimesi sadece Tarik suresinde şu şekilde geçmektedir. "Fırlayan bir suyun, bir parçacığından yaratıldı o. Bel ile kaburgalar arasından çıkar o su."
^ yukarı ^
ADEM'in HAVVA ile İLK KARŞILAŞIŞI
Adem uyandı ve sol tarafında Havva'yı gördü "Bu kim?" diye sordu sağındaki Cebrail'e "Havva" dedi. "Niçin yaratıldı?" dedi "Senin için" dedi. "Peki uyumasaydım da onun yaratılışını görseydim olmaz mıydı?" dedi. "Eğer Havva'nın yaratılışını görseydin zahir alemde erkekle kadın birbirine eş olmazdı" dedi. Sonra Adem Havva'ya "Sen kimsin ? niçin geldin ?" dedi. Havva da ''Ben sana sevgili olarak yaratıldım. Allah beni sana arkadaş olmak için yarattı ve sana eş olayım diye gönderdi'' diye cevap verdi. Adem aklından geçen arzusunun yerine getirildiğini anladı. Onu görür görmez içinde oluşan hızlı kıpırdanışlara hemen bir anlam veremedi. Havva'ya karşı bir anda garip hisler duymaya başladı. Bunun adı yaratılan ilk aşktı ama Adem'in budan henüz haberi yoktu. Allah'a "Allah'ım bu nasıl bir şeydir ki, onu sevdim ve ona bağlandım, içimden anlayamadığım şeyler neden ona doğru akıyor?" diye sordu. Allah buyurdu ki: ''Sen benim kulumsun. Seni topraktan yarattım. Adını Adem koydum: Oda benim kulumdur. Adını Havva koydum'' Adem: ''Ya Rabbim, Kalbim ona çok şey meyletti. Sanki ciğerimden bir parçadır'' dedi. Allah buyurdu: ''Onu senin için yarattım'' Sonra Allah, Adem ile Havva'nın nikâhlarını kıyârken, melekler her ikisinin üzerine Cennet'ten inciler ve mücevherler saçtılar. Allah bizzat kendisine şu hutbeyi okudu: ''Bismillâhhirrahmanirrahim. Hamd senamdır. Kibriye riyamdır. Azamet izarımdır. Bütün mahlukat kulumdur. Muhammet Aleyhisselam Habibimdir ve resulümdür. Eşyayı birliğime göstermek için yarattım. Melekleri ve göklerde olanları ve Arşı taşıyan dört büyük meleği Cebrail, Mikâil, Îsrafil ve Azrail'i, Havva ile Adem'in nikâhına şahit tutarım. Yüceliğimi ve kusursuzluğumu ve birliğimi doğrularlar. O kelime şehadetü en la ilahe illallah vahdeke la şerikeleh. Ey Adem ve Havva! Cennet'imde sâkin olun. Meyvelerimden yiyin. Şu ağaca yaklaşmayın. İkinize de selâm ve rahmetim olsun'' Böylece Aşkları nikâhla birlikte daha bir kuvvetlenen Adem ile Havva Cennet'te dolaşmaya başlarlar, envai çeşit nimet zevk ve lezzetler içinde vakit geçirirler. Birbirlerine bağlandıkları aşkın varlığı içinde zaman geçirirler. Bu aşk için Allah'a şükrederlerdi. Çünkü bu aşk kendileri için öyle bir tutkuydu ki, başka bir şey onları bu kadar mutlu edemezdi. Eğer biri olmasaydı diğeri cennet'te olsa bile mutlu olamayacaktı. Çünkü insan olarak yaratılmıştı ve aşka muhtaçtı. Aşk, insanın var oluşandan yok oluşuna kadar devam edecek zorunlu bir ihtiyaçtı. Kimse bunu inkâr edemezdi. İnsan için yaratılmış tutkunun, arzunun, heyecanın ta kendisi ve en önemlisi de, ilki de Havva ile Adem'in aşkıydı. Bu aşk, diğer bütün duyguların da ilki anlamına geliyordu. İçinde güzellik olduğu gibi acılarda vardı. İçindeki güzellik yasak ihlal edilince acıya dönüşecekti. Yasakları ihlâl etmek ilk anda zevk verse de sonunda perişan, mutlak acı gelecekti.
^ yukarı ^
ŞEYTAN'ın CENNETE GİRİŞİ
Bir müddet Allah'ın kendilerine yasak ettiği ağaca hiç yaklaşmadılar. Onların bu mutluluklarından hiç de mutlu olmayan biri vardı. Bu, şüphesiz Azazil halkasını boynunda taşıyan Şeytan'dı. Çünkü şeytan, Adem'e secde etmediği için Allah'ın huzurundan kovulmuştu. Bu onun içindeki intikam ateşini alevlendiriyordu. Adem ile Havva'yı uzaktan da olsa neşe ve iyilik içinde görmeye dayanamıyordu. Onlara kötülük yapma fikrini sürekli içinde taşıyordu. Bu fikir zaman geçtikçe kuvvetlendi. Düşündü, taşındı... Onlara zarar vermenin yolunu nihayet buldu. Allah'ın onlara yaklaşmalarını yasakladığı ağacı öğrendi. Çok sevindi. Yerden göğe çıktı. Ama Cennet'e girişi yasaklanmıştı. Cennet'e nasıl girecekti? İlk önce Cennet'e girmek istediyse de izin vermediler. Cennet'in kapısında bekledi. "Bir kimse çıksın da onu aldatayım" dedi. Kimse çıkmadı. Öylece 300 yıl bekledi. Sonunda bir melek çıka geldi. Melek ona kim olduğunu sorunca şeytan "Ben Allah'a yakın meleklerden biriyim. Cennet'e girmek ve Allah'ın dostlarına hazırlamış olduğu nimetleri görmek istiyorum. Her an ibadet ederim. Lâkin şevk ve iştiyakım fazlalaşsın diyorum. Cennet'e girmeme yardım edersen sana öğreteceğim şey sayesinde sürekli Cennet'te kalacaksın" diyerek Cennet'in kapısındaki meleği kandırıp içeri girdi. Şeytanın Cennet'e girdiği hemen duyuldu. Onu dışarı atmak istedilerse de Allah'tan ferman geldi "Mani olmayınız. Zira benim bu işte sırrım ve hikmetim vardır" diye buyurdu. Böylece şeytan soluğu Adem ile Havva 'nın yanında aldı. Ağlayarak yanlarına yaklaştı. Şeytanı tanıdılar. Haline acıdılar ve "Niçin ağlıyorsun?" diye sordular. Şeytan "Ey bütün meleklerin secde ettiği ve ey yerin ve göklerin seçilmişi! Yüzünün güzelliği kimsede yok. Hiç kimse senin bu derecene yükselemez. Bu nimetlerden başkasına verilmez. Ama şunu bil ki, seni bu makamda bırakmazlar. Cennet'ten çıkarırlar. Afiyet elbisesini alıp ölüm çulunu giydirirler" diyerek Adem'i vesveseye sürükledi. Adem'in kalbine bir korku düştü. "Ne yapsam da ölmesem" diye kara kara düşünürken şeytan tekrar çıkageldi. Yasak olan ağaçtan bir meyve yerlerse sürekli burada kalacaklarına dair onlara yemin verdi, onları ikna edip kandırdı.
^ yukarı ^
ŞEYTAN'ın HAVVA'yı KANDIRMASI ve CENNETTEN KOVULMA
Şeytanın vesvesesi ilk önce Havva'ya tesir eder... Yasak ağaçtan yedi tane başak koparıp aldı. Bu esnada ağacın kopan yerleri kanar. Havva'da Allah'ın inayetiyle avret yerinden kanar. Sonra kendisi yer, birazda Adem'e getirir. Lezzetini över. Adem yemekten çekindiyse de Havva "Hak Tealâ'nın rahmeti sonsuzdur, mağfireti hesapsızdır. Bizi mutlaka bağışlar, affeder" der. Ama Adem buna aldanmaz. Sonra Havva ona Cennet şerbeti getirir. Şerbeti içen Adem'e bir ağırlık çöker. Tam bu esnada Havva bir buğday tanesini Adem'in ağzına koyar. Adem'e de çok lezzetli gelen bu buğday tanesi, daha midesine inmemiştir ki, önce Cennet hullesi (elbisesi) üzerlerinden düşer. Sonra yediği buğdayın yeli çıkar. Oluşan pis kokulara dayanamayan melekler Adem'i ve Havva'yı Allah'a şikayet ederler. Cebrail gelir. Bellerindeki Cennet kemerini çıkarır alır. Böylece her ikisi de Cennet elbisesini çıkarıp vermiş olurlar. Bu arada Adem ile Havva ilk çıkan pisliği ne yapacaklarını bilemezler. Avret yerleri ile koltuk altlarına sürerek yok etmeye çalışırlar. Bu esnada o bölgelerinden kıllar çıkar. (Dünyada ise yere düşen bu pislikten buğdayların çıktığı söylenir.) Bir birini görüp üzülürler, utanırlar, ağaç arkasına saklanmak istedilerse de ağaç geri kaçar. Üzüm ağacının altına gelince, Allah "Ey Adem bizden mi kaçıyorsun?" buyurur. Adem: "Ya rabbi! Senden utandığım için kaçıyorum" der. Böylece yasaklanan meyveyi yiyen Adem ve Havva Cennet'tin farklı kapılarından çıkarılıp dünyanın birbirlerinden uzak farklı iki bölgesine kovulurlar. Adem'in Serengeti veya Seylan denen yere Havva'nın ise Cidde'ye kovuldukları rivayet edilir.
^ yukarı ^
DÜNYA'da GEÇEN İLK AYRI YILLAR
Havva ve Adem dünyada iken 200 yıl ayrı kalırlar. 200 yıl ağlaşırlar. Bu esnada hiç kavuşamadılar. Kırk sene yediler, içmediler. Allah'ın kendilerini cennetinden uzaklaştırmasının acısı yetmezmiş gibi, bir de kendileri de birbirlerinden uzak kaldılar. Rivayete göre geçen 200 yıl boyunca Hz. Adem ve Havva'nın ağlamalarından akan yaşlar dünyanın nehirlerini, ırmaklarını, derelerini meydana getirmiştir. Kuşlar onların göz yaşlarını içip birbirine "bundan daha tatlı su görmedik" dediler. Adem çok kederliydi ve yalnızdı. Allah bütün mahlûkata Adem'e gidip onun halini hatırını sorup ona teselli vermelerini emretti. Yasakları çiğnemekti onlara bu ağır ıstırabı yaşatan. Böylece 200 yıl birbirlerini arayıp durdular.
^ yukarı ^
ADEM ile HAVVA'nın DÜNYADA KAVUŞMASI
Sonra Adem'in aklına muallaktaki (havadaki) yeşil kubbede yaşananlar geldi. O nurun ona öğrettiği isimleri bu sıkıntılı gününde zikrederek, o nurlu kişilerin yüzü suyu hürmetine Allah'tan af diler. Allah sonunda onların bu hallerine acır, merhamet gösterir. Uzun yıllar ayrı kalıp birbirlerini çok özleyen ve firak ateşiyle yanan, perişan olan Adem'in tövbesini en sonunda kabul eden Allah, onları Arafat'ta birbirine kavuşturdu. Burada buluştular. Sıkıntılarından ve utançlarından dolayı yüz yıl daha gök yüzüne bakmadılar. Nice yıllar ayrı kalmanın üzüntüsü gitti, yerini tarifsiz bir sevinç doldurdu. Uzun uzun birbirlerine sarıldılar. Hasretle ağlaşıp tertemiz olan gözyaşlarını bağırlarına, kalplerinin en derinliklerine akıtıp durdurdular.
^ yukarı ^
ADEM ile HAVVA'nın ÇOCUKLARI
Daha sonra Havva her sene ikiz bebe doğuruyordu. Toplam 36 ikiz çocuk doğurmuştu. Doğan her ikizin biri erkek biri kız oldu. Bu ikizlerden ilki Kabil ve Iklıma idi. ikinci ikizler ise 1 yıl sonra doğan Habil ve Saya idi. Iklıma, Saya dan çok çok daha güzel bir kızdı. Bu yüzden Kabil'de ikiz kız kardeşi Iklıma'yı çok sevdi. Habil'in kişilik yönünden babasına, Kabil'de annesine daha yakındı. Habil bu yüzden babasının isteklerini hep yapar ve onun emir ve yasaklarına riayet ederdi. O emirlerin Allah'tan geldiğine kesin bir kalp ile inanırdı. Böylece Adem Habil'i, tüm oğullarından daha fazla severdi. Kabil'de bu yüzden içten içe de Habil'i kıskanmaktaydı. Arardan yıllar geçer. Adem'in bu ilk olan iki ikiz kardeşler büyürler. Çalışıp babalarına yardımcı olacak yaşa gelirler. Habil, Kabil'den küçük olmasına rağmen ağabeyinden daha güçlü, kuvvetlidir. Fakat aynı zamanda yumuşak huylu ve merhametli, iyi biridir de. Kabil ise hırçın, sinirli, kindardır. Adem iki oğlu arasında iş bölümü yapmıştır. Kabil tarım işleriyle uğraşıyor, Habil de çok sevdiği koyun, sığır gibi hayvanları otlatıyordu. Bir müddet sonra Habil'le, Kabil'in evlilik çağları geldi.
^ yukarı ^
HABİL ile KABİL'in EVLİLİK MESELESİ
Adem oğullarını, Allah'tan gelen emre göre evlendirecekti. Allah, Adem'e ikiz kardeşlerin birbirleri ile evlenmelerini yasak etti. İkizi olmayan kardeşlerin evlenmelerini ise helal etti. Adem bu emri tüm çocuklarına iletti. Böylece İlk erkek olan Kabil'e çirkin olan küçük ikiz kardeş Saya, küçük olan Habil'e ise güzel ve kendinden büyük ikiz kız kardeş olan Iklıma helal eş olmuştu. Fakat Habil'in evleneceği kız Iklıma, Kabil'inkine göre daha güzel olduğundan Kabil'in kıskançlık krizlerini kabartmıştı. Iklıma ile kendisi evlenmek istiyordu. Ama bu istek Allah'ın emrine aykırıydı. Adem bu durumu Kabil'e açık bir dille izah etmiş, ancak Kabil isteğinde direniyordu. Babasından bu işe çare bulmasını istiyordu. Adem'in söz ve öğütleri Kabil'i teselli etmiyordu. Adem bu durumu Allah'a havale etti. Allah'tan gelen vahiy gereğince oğullarından, Allah'a birer kurban sunmalarını istedi. Kimin kurbanı kabul edilirse, Iklıma ile o evlenecekti. Kabil adağında, "sanki Allah benim topladığım meyveleri mi yiyecek?" diyerek, çürük, pis sebze ve meyveleri kurban verdi. Habil ise koyunları arasındaki en güzelini seçti. İkisi de kurbanlarını daha önce belirtilen dağın tepesine bıraktılar. Ertesi gün Allah kabul etmiş mi diye kurbanlarını bıraktıkları yerlere giderler. Habil mutludur, çünkü kurbanın yerinde sadece küller vardır ve Allah onun kurbanını beğenmiştir. Oysa Kabil'in kurbanı, olduğu yerde duruyordur. Bu durumda Kabil'in isteği Allah tarafından reddedilmişti. Bu olaydan sonra Kabil, zaten güzel olan ikizini kaptırmış olduğu Habil'e iyice öfkelenir. Güzel kızı o almıştır, Allah'ta, Adem'de Habil'i sevmektedir. Kabil bu durumdan dolayı artık sürekli babasına sitem etmektedir "Sen Habil'e dua ettiğin için, onun kurbanı kabul oldu, beni sevmiyorsun, hep Habil'den taraf oluyorsun" diye söyleniyordu babasına. Babası ise "Allah'ın emri böyle, karşı gelme yavrum" diyordu. Bu durum Kabil'in öfke ve kıskançlığını artırmıştı. Kabilin öfkesinin kıskançlığın artması, şeytanın işine geliyordu.
^ yukarı ^
KABİL'in HABİL'i ÖLDÜRMESİ
Bir gün Kabil'in kulağına "Ne duruyorsun kardeşini ortadan kaldır, onu öldürsene" diye fısıldadı. Kabil önceleri bu fikri kafasından atmayı denedi. Fakat sonunda şeytanın telkinlerine ve içindeki kin ve haset duygularının tahrikine kapıldı. Kardeşini öldürme fikrini yavaş yavaş benimsedi. Uygun zamanı kollamaya başladı. Bir gün Habil'i dağın başında yalnız gördü. Koşarak yanına gitti. Burnundan soluyordu. "Son duanı et seni öldüreceğim" dedi. Habil şaşırmıştı. "Niçin öldüreceksin beni? Ben sana ne yaptım ki?" Kabil dişlerini sıkarak cevap verdi. "Daha ne olsun. Babam seni benden daha çok seviyor. Allah'ta senin kurbanı kabul etti" dedi. Habil yumuşak bir sesle "Beni öldürmen neyi değiştirir. Böyle bir şey yaparsan babamın sevgisini tamamen kaybedersin. Allah'ın öfke ve lanetine uğrarsın. Cehennemlik olursun" dedi. Kabil'de "Seni öldürmezsem rahat ve huzur bulamam" dedi. Habil "Allah'tan kork" dedi. Kabil bu sözlerden sonra ürktü ve geri çekilmek zorunda kaldı. Kabil o gece sabaha kadar uyumadı. Şeytan her fırsatta ona "kardeşini öldürmezsen sana rahat, huzur yok" diyordu. Sabah olduğunda kararını vermişti. Bu sefer kardeşini kesin olarak öldürecekti. Habil ertesi sabah yine koyunları otlatmaya çıkardı. Sakin ve neşeli görünüyordu. Onun bu hali Kabil'i daha da öfkelendiriyordu.Yerden bir taş alıp sessizce kardeşinin arkasından yaklaştı ve Habil'in başına taşla vura vura onu öldürdü. Böylece yeryüzünde ilk cinayet işlenmiş oldu. İlk kan toprağa damlamış, kan ilk kez bir insanın eline bulaşmış ve ilk şehit verilmişti. Bundan sonra toprağa düşen ilk kan burada sonlanmayacaktı. Kıyamete kadar kan akmaya devam edecekti. Kabil, kardeşinin kanlı cesedi başında, donup kalmıştı. Hırsı geçtikten sonra, Kabil pişmanlıkla "ben ne yaptım" diyerek, yaptığı şeyin korkunçluğunu ve fenalığını anladı. İçini korku ve üzüntü kaplamıştı. Sanki bütün canlı cansız herkes "katil" diye bağırıyordu. Dehşet içinde ayağa fırladı, fakat kalkamadı. Kardeşinin cesedinin yanına düşüp kaldı. Şeytan galip gelmişti. Şimdi kardeşinin cesedini ne yapacaktı? Düşünüyordu ama aklına bir fikir gelmiyordu. Sonraları uzağa taşımayı akıl etti. Cesedi omuzlarına alıp yoruluncaya kadar taşıdı. Gücü kesilince omzundan indirdi. Yanına koyarak oturdu. Kabil "kardeşimin cesedini ne yapacağım" diye düşünürken, birden gözüne birisi ölmüş, iki karga ilişti. Kabil karganın hareketlerini izlemeye başladı. Hayvan gagası ve ayakları ile yeri eşeliyor, bir çukur açmaya çalışıyordu. İşi bitince ölü karganın cesedini açtığı çukura itiverdi. Üzerine yine ayakları ve gagasıyla toprağı örttü. Kabil bu olanları şaşkınlıkla izledi. Kendi kendine mırıldandı "bir karga kadar olamadım" dedi. Hemen bir çukur kazdı. Cesedi içine koyup, toprakla üzerini örttü. Biraz olsun rahatlamıştı. O gün, oğulları eve gelmekte geciktiği için endişelenen Adem, onları aramaya çıktı. Kabil uzaktan babasının kendine doğru geldiğini görünce, korkup kaçmaya başladı. Adem Kabil'in kaçışından endişelendi. Kötü şeyler olduğunu tahmin ediyordu. Biraz sonra yerdeki kan lekelerini ve üzeri yeni kapatılan çukuru görünce, durumu anladı.
^ yukarı ^
ADEM'in OĞULLARINI LANETLEYİŞİ
Gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Kabil'in arkasından "Kardeşine ne yaptın?" diye bağırdı. Adem'in sesi öyle yüksek çıkmıştı ki, Kabil sanki bütün dünyanın sesi işittiği sanmıştı. Adem Kabil'in arkasından "Hiç bir zaman rahat yüzü görme. Artık istenmeyen lanetli bir insansın" diye beddua ederek onu huzurundan kovdu. Bir daha da geri dönmemesini söyledi. Adem'in bu bedduası Kabil'e hayatı zindan etmiştir.
Derler ki; Adem Cennetten kovulduğunda, kendisini dünyada daha iyi koruyabilmesi için, cennetten kendisine 3 emanet verilmiştir. Bunlar Asa, taç ve kuşak. Bu üç emanet onun dünya üzerinde yaşamasını kolaylaştıran emanetlerdi. Bunlar onu vahşi hayvanlardan bile korumuştur. Adem ve Havva'dan toplam 36 ikiz çocuk doğmuştur. Bunlardan sadece Habil ve Iklıma hariç diğerleri fazlaca günah işlemeye meyilli çocuklardır. Hatta bu çocuklar Adem'in emanetlerini bile almak istemişlerdir. Adem tüm bu çocuklarına beddua etmiştir. Böylece hepsine ayrı ayrı lisanlar verilmiştir. Bu çocuklar birbirlerinin ne demek istediğini bir türlü anlayamamışlardır. Eşini alan, Adem'den uzaklaşmış ve her biri uzaklarda kendi saltanatlarını kurmuşlardır. Kıyamete değin insanoğlunun barış ve huzur içinde yaşamamasının nedeni de babalarından beddua alan bu çocuklardır. Havva'dan olan bu çocukların toplamı 72 ‘dir. Ama içlerinde iyi olanlar da yok değildir. Bunlardan birisi şehit olmuş Habil, diğeri de Habil ile evlenmiş ama eşi öldürüldüğünden dul kalmış Kabil'in ikizi Iklıma'dır. Iklıma ile Habil'in birlikte olma imkanları olmadan, Habil şehit edilmiştir. Yeryüzündeki ilk günahı Kabil, dünyevi (zahiri) zevk (kadın) ve kıskançlık için işlemiştir.
^ yukarı ^
ADEM'in YENİ HAYATI
Adem tüm çocuklarını böylece yanından kovar. Yanında ise sadece eşi Havva ve eşi öldürülen Iklıma kalır. Hikayenin bundan sonrasın da 3 rivayet vardır. Biz en mantıklı olanını burada anlatacağız. Ardından diğerlerine de kısaca yer vereceğiz.
^ yukarı ^
Rivayet 1;
Tüm bu yaşananlar karşısında Adem nerede yanlış yaptığını anlamış ve Allah'a tekrar yalvarmış. Allah'tan Habil gibi bir çocuk daha istemiştir. Habil ile evlenemeyen güzel ve iyi kalpli Iklıma ile onu evlendirmeyi dilemiştir. Ama bu çocuğun ve ondan olacakların da diğer çocukları gibi söz dinlemez, arsız, hayırsız olmamalarını dilemiştir. Kendisi gibi Allah'a itaatkar ve inançlı olmasını dilemiştir. Hatayı kendisinin ta Cennet'te, Havva gibi bir eş dilerken yaptığının farkına varmıştır. Havva'yı dilerken hayırlısından ve kandildeki Fatıma nurunun ona öğrettiği isimlerin yüzü suyu hürmetine dilemeyi unutmuştur. Böylece Fatıma nurunun, ona öğretmiş olduğu isimlerin yüzu suyu hürmetine, yeniden tüm bunları Allah'tan dilemiştir. Allah'ta onun bu duasını kabul edip, yeryüzüne Havva gibi şeytanın sözüne uyup yasaklı buğdayı yememiş, inanan tüm insanların ondan zuhur edeceği, "Hür" isminde temiz bir eş (melek) göndermiştir. Burada şunu da belirtelim Havva'da tıpkı, Hür gibi bir melektir. Melekler de hata yapabilirler. Bunun en iyi örneğini Azazil'de (Şeytan'da) görüyoruz. Yani melekler şuursuzca sadece Allah'a itaat eden varlıklar değil, bilinçli ve düşünebilen, kendince akledebilen hatta Allah'a sorular sorabilen varlıklardır. Onların insandan en büyük farkı, topraktan yaratılmamış belli bir ömür verilmemiş olmalarıdır. Bu yüzdendir ki, kadınlar erkeklerden daha güzel ve narindir.
Hür ilk geldiğinde Havva ile karşılaşmıştır. Havva ona kim olduğunu sorduğunda Hür, "Ben Adem'e helal ve ikinci eş olarak Allah tarafından gönderildim. Gerçek inananlar benim soyumdan gelecekler" demiştir. Bu yüzden Havva'ya da, bundan sonra Adem ile birlikte olmamasını söylemiştir. Nitekim Hür, Havva'dan daha genç ve çok daha güzeldir. Havva "bu durumdan nasıl kurtulsam ki acaba?" diye düşünür. Çünkü Adem'i çok seviyordur. Ama Hür'ün Allah tarafından gönderildiği emri, onun bir kulağından girse de, diğer kulağından şeytan tarafından çıkartılmıştır. Şeytan Cennet'ten beri Havva'yı kandırabileceğini biliyordur artık. Burada da yapacağını yapar ve Havva'nın içine şüpheyi düşürür. Havva hemen eve gider ve iyice süslenir, güzelleşir. İşte kadınlardaki ilk süslenme burada başlamıştır. Daha sonrada vakit kaybetmeden tarlada çalışmakta olan Adem'in yanına gider. Adem Havva'yı görünce, gözlerine inanamaz. Çünkü Havva çok farklı ve eskisine göre daha güzeldir. Adem hemen oracıkta Havva'nın cazibesine kapılarak onunla birlikte olur. Adem'in o gün nerede olduğunu bilmeyen ve öğrenmek için Havva'yı izleyen Hür'de, tüm olanları görür ve Havva'nın yaptığı bu karşı gelişe üzülür. Durumu Allah'a havale eder. Ertesi gün Adem, Hür ile karşılaşır. Hür ona dileğinin karşılığı olarak, Allah tarafından geldiğini söyler. Adem'de onu dinler ve Allah'a kabul olan dileği için şükreder. Hür'ü kendisine kuma alır. Fakat kadınlar arasında bir çekişmedir, başlamıştır. Hür Adem ile birlikte olmadan önce Adem'den tırnak kesmesini, zeker (sünnet olmak) kesmesini, uzayan kıllarını kesmesini, sakalını, bıyığını kesmesini ister. Adem'de tüm bunları yaptıktan sonra, Hür ile de, birlikte olurlar. Böylece hem Havva hem de Hür hamile kalır. Hamilelik günlerinde Havva, Hür'e sürekli kötü eylemlerde bulunur. Onun karnına fırsat buldukça vurur. Amacı ise Adem'i Hür'e kaptırmamak. Hür'ün hayatını zindan etmek ve onun kendiliğinden çekip gitmesini sağlamaktır. Kadınların doğum zamanı geldiğinde, önce Havva doğurur ve Havva'dan kırk küp kalıp doğar. Ama Hür'e tüm yaptıklarının cezası olsa gerek, her biri açıldıkça, içinden böcekler, çıyanlar çıkar ve hepsi yere karışır gider. Hiç birisi kalmaz. Sıra Hür'ün doğumuna gelir. Hür'de Havva gibi kırk kalıp doğurur. Bunlar tek tek açılır ve her biri tek tek göğe çekilir. Sadece bir tanesi çekilmez. Oda bir erkek çocuğudur. Göğe çekilenler, kırklardandır denilir. Fakat yerde kalan bu tek çocuk, Havva'nın hamileyken Hür'e yaptığı eziyetlerden dolayı, tek bacağı sakat doğmuştur. Adem bu çocuğa, Iklıma'yı vereceğinden şehit olan oğlunun (Habil) anısına ona, "Şehit" ismini koyar. Fakat onunda çok sevdiği Habil gibi şehit edilmesinden çekinerek "Şit" diye çağırır. Şit kelimesi ademin zamanında (Topal) anlamına gelmektedir. Onu sevgi ve şefkatle yetiştirir. Evlenme yaşına gelince onu, Iklıma ile nikahlar. Adem ölmeden önce Şit'e "Yavrum bak bu alnımızdaki nur, benden sana geçmiş ve senin soyundan gelecek olan, Muhammet peygamberin nurudur. O nuru temiz ve iffetli bayanlara emanet etki bozulmasın. Herhangi bir darlığa, sıkıntıya da düşersen, bana Cennet'te Fatıma nurunun öğrettiği şu "..." isimlerin yüzü suyu hürmetine Allah'a yalvar ki senin dualarını ve tövbelerini kabul etsin. Kendi çocuklarına da aynı vasiyette bulun" diye vasiyette bulunur. Böylece tüm peygamberler bu isimleri bilirler ve dualarında kullanırlardı. Hz.Muhammet, doğduklarında kızının, Hz.Ali'nin ve torunlarının ismini, bizzat kendisi koymuştur. Hatta Hz.Ali'nin annesinin adının bile Fatıma olmasının sebebi, bu isimlerin bu nurlu soy tarafından, tüm zamanlarda biliniyor olmasıdır
Şit'e, peygamberliği zamanında, diğer kardeşlerine Allah'ın emir ve yasaklarını iletmesi için, her dili anlayabilme ve konuşabilme mucizesi verilmiştir. Şit kardeşlerinin hepsini tek tek dolaşarak Allah yoluna çağırır. Fakat çok azı hariç birçoğu eskiden olduğu gibi, Allah'ın sözlerine kulak asmazlar, Şit'in peygamberliğine inanmazlar. Zamanla da Allah'a şirk koşarlar. (Kaynak: Hancı Pervane deyişleri)
Rivayet 2;
Bu rivayet ise Alevi kaynaklarında sıkça geçer ve inananları da sayıca fazladır.
Adem ile Havva yer yüzünde iken Allah tarafından bir Huri kızı (Güruhu Naci) gönderilir. Fakat Havva Adem'e gelen o meleği kıskanmış ve Adem'i ona kaptırmamak için, yine süslenmiştir. Akşam olunca Havva o Huri kızından bahsetmeden, başka bir kadınla beraber olmayacağı, sözünü verdirir Adem'e. Adem ertesi sabah Huri kızını görünce verdiği söze pişman olur. Fakat ne yazık ki, sözünden de dönemez. Huri kızını da Havva'dan olan Şit ile nikahlar. İşte peygamberler soyu, doğrudan Havva'dan gelmeyen bu soydan gelmiştir, denilmektedir. Biz bu hikayede geçen Güruhu Naci'nin, Nuh'un kızı Naci ile karıştırıldığını düşünüyoruz. Bu karışıklığın giderilmesi için, yazımızın son bölümü olan, Nuh'un hikayesinde, Güruhu Naci hakkında ayrıntılı bilgi verdik.
Rivayet 3;
Şit'in dünyaya gelişi;
Âdem ile Havva sürekli tartışıyorlardı. Havva Adem’e çocuk doğurduğunu, bütün hikmet ve marifetin kendinde olduğunu, her şeyin kendisine yani anaya ait olduğunu vurguluyordu. Adem’den üstün olduğunu iddia ediyor ve onu küçümsüyordu. Adem nihayet dayanamadı.
- “Gel seninle yarışalım, görelim hikmet, marifet ve asıl kaynak kimdedir? ” dedi.
Aralarına niyet küpleri koydular. Hakk’a yalvardılar. Her ikisi de nefeslerini kendi küplerine üflediler ve küplerin ağızlarını bağladır. Buna göre 40 gün sonar gelip birlikte küpleri açacaklardı. Bundan sonra 40 gün Hakk’a niyaz edip yalvaracaklardı ve 40 gün sonra ne tür bir hikmet olduğunu göreceklerdi. Ne var ki Havva meraklı ve sabırsızdı daha 39. günde gizlice küpünün ağzını açtı, açar açmaz da etrafa akrep, yılan, çıyan gibi tüm kötülükler yayıldı. Küp boşalmıştı Havva çok korkmuştu. Bu defa da Adem’in küpünü merak etmeye başlamıştı. Adem’in küpünü açınca ne görsün küp ağzına kadar su ile doluydu. Suyun içerisinde doğum aşamasına gelen bir çocuk cenini vardı. Havva öfkelendi, küpü kapattı ve şiddetle salladı. Niyeti bebeği öldürmekti, gün boyunca salladı. Vakit dolup 40. günde önce Havva’nın küpünü açtılar içi bomboştu. Adem’in küpünü açtılar, ne görsünler? Suyun içinde doğmaya hazır mahzun bir çocuk yatıyor. Bebeği sudan çıkardılar, bakıp büyüttüler. Ama baktılar ki bebeğin bir ayağı topaldı. Çocuğun adını Şit yani Naci koydular.
O zamana kadar Havva 36 ikiz doğum yapmıştı. Bu 36 doğumun her seferinde bir oğlan bir kız olmak üzere toplam 72 çocuk vardı. Sakat bacaklı çocuk yarım insan sayılıp (buçuk insan) kabul edildi. Yani 72,5 millet. Sonradan bunlara 73 millet dendi.
Naci (Şit) ile Naciye’yi evlendirdiler. Ne Naci nede Naciye Adem ile Havva’nın çocukları değildirler. Onlar ayrı bir soydur. Cennetten gelmişlerdir.
Şit'in Naciye ile evlenmesi;
Naciye Cennette huriler başı idi. Adem ile Havva arasında sürekli tartışma oluyordu Havva yaşlanmıştı. Adem kendine yeni bir eş vermesi için Hakk’a yalvarıyordu. Cenab-ı Hakk Naciye’yi kendisine eş olarak gönderdi. Naciye Adem ile Havva’nı evine geldi. Havva Naciye’yi görür görmez durumu anladı!
Havva Naciye’yi çok kıskandı ve bir şeyler yapmaya karar verdi. Hemen tarlada çalışan Adem’in yanına koştu. O’na bin bir cilve ve naz yaptı. Adem’in cinsel duygularını uyandırdı. Adem Havva birlikte olmak isteyince de Havva kendini geriye çekti.
Ey Adem, dedi seninle bir şartla birlikte olurum.
“ Benden başka hiç kimseyi sevmeyeceğine, birlikte olmayacağına yemin edersen bu iş olur.”
Adem yemin etti ve Havva ile tarlada birlikte oldular. Akşam Adem eve geldiğinde, Naciye’yi gördüğünde dizlerine vurdu, ah vah etti ama boşuna. Oyuna geldiğini anladı. İş işten geçmişti, bir kere söz vermiş oldu. Artık Naciye ile birlikte olamazdı. Böylece Naciye’yi oğlu Şit’le evlendirdi.
Rivayet 4;
Bir çok yoldan çıkmış Emevilerden kalma Sünni kaynakta yer alan bu bilgi ise şöyledir.
Şit, Adem ve Havva'nın çocuklarıdır. Adem'in hayatı boyunca tek eşi olmuştur. Oda Havva'dır. Adem'in alnında, bulunan Hz.Muhammet'in nuru Şit'e geçmiştir. Adem oğluna aynı şekilde vasiyet etmiş, fakat bu vasiyetin içinde Adem'in öğrendiği özel isimler asla dile getirilmemektedir. Bu rivayeti Emevi devletleri zamanında, peygamberin soyunun nurlu bir soy olmadığını kabul ettirme çabaları içinde olan, yoldan çıkan Emevi hükümdarları (başta Muaviye ve oğlu Yezit) olmak üzere birçok uydurma hadisle de destekleyerek, İslam'ın içine, Adem'in hayatını, bu şekilde çarpıtarak sokmuşlardır. Bunu asıl yapma nedenleri de, babadan evlada geçen peygamberlik vasfının, Hz.Muhammet'in yakınlarına geçebileceği korkusu ve endişesidir. Yani yine şeytanın oyunları. Halbuki Hz.Ali hiçbir zaman peygamberlik iddiasında bulunmamıştır. Yakınları onun, velîlerin başı olduğunu zaten bilmektedir. Şayet bu kişiler şeytanı dinlememiş olsa, hükümdarlık ve güç elinden gidecekti. Tıpkı Şit'in kardeşlerinin babasından gelen Şit'i tanımaması gibi, Emevi devletleri de Hz.Muhammet'ten gelen bu soyu görmezden gelmişler yok saymışlardır. Aslında tarihe baktığımızda hep tekerrür edip durduğunu hayretler içinde görüyoruz.
Buradan gerçekten kalpten inanan tüm insanlara sesleniyorum. Kardeşler;
-Dünya güzellikleri için şeytanın sözünü dinleyen,
-Babasının sözünü dinlemeyip kardeşi Habil'i öldüren,
-Allah'ın isteklerine boyun eğmeyen, insanlara kulak vermeyin ve onların gittiği yoldan gitmeyin.
-Şayet okur, bilginizi arttırır ve Allah'tan temiz bir kalple ilminizi arttırmasını dilerseniz, gerçekleri görecek olan gözünüz açılır. Şu an Emeviler diyorum ama sizler sadece onları düşünmeyin. Emeviler gibi nice kendini bilmez uygarlıklar gelmiş zamanında.
Bu dünya üzerinde, bu tip olaylar her gün yaşanmaktadır aslında. Ne zaman ki bu olaylar bitti, her kes Allah'ın dediklerine inandı, adalet geldi, hak geldi, bizler ancak o zaman Cennet'e tekrar dönebileceğiz. Yani aslında kıyamet gününe kadar dünya bir Cennet olacak bizler için. Savaşın olmadığı, adaletin olduğu, nimetlerin eşit dağıtıldığı ve herkese yettiği bir dünya, Cennet'tir zaten. Cennet denilen yere şeytanı sokmadığımız zaman ancak dirliğimiz, birliğimiz ve bereketimiz olacak. Ne zaman bu Cennet'e şeytanı soktuk, işte o zaman, biz oradan yine kovulanlardan olacağız. Bu sürekli yaşanan bir devirdir aslında. Yukarıdaki hikaye ise çok eskilerde yaşanmış ve bitmiş gibi algılanmaz ise daha iyi anlaşılır, bu söylediklerim. Adem'in yerine kendinizi koyun ve düşünün. Nerelerde hatalar yaptığınızı anlarsınız. Her insan bir Adem'dir aslında.
^ yukarı ^
PEYGAMBERLER SOYU ÖZELDİR, NURLUDUR
Adem ve Hür'den zuhur eden Şit (Naci) soyu 72 milletin haricinde ve temiz bir soydur. Tabi iffetli ve namuslu bayanlara emanet edilmesi koşuluyla. Şit ile Iklıma'nın evlenmesinin ardından zuhur eden soydur. Adem tarafından lanetlenip kovulmayan ve beddua almamış temiz bir soydur ve bu soydan Nuh'a kadar temiz peygamberler zuhur etmiştir. Sonrasında Nuh'un anneleri ayrı kızı (Gürufu) Naci ve oğlu Lem ile Muhammet peygambere kadar bu temiz soy yine devam etmiştir. Hz.Muhammet ve Hz.Hatice'den olma kızı Hz.Fatma ve amca oğlu Hz.Ali 'den olan 12 imamlar ve onlardan da Alevi Dedeleri soyundan da bu soy hâlâ devam etmektedir. Aynı soydan Hz.Muhammet'e kadar hep peygamberler zuhur etmiştir. Son peygamberde "yolu", en iyi şekilde devam ettireceğini bildiği, o soya emanet etmiştir. Bu soy kimine göre ırkçılık gibi değerlendirilse de, Allah'ın emridir bu. Osmanlı devletinde bile, bu geleneği görmekteyiz. Babadan oğula geçen bir halifelik geleneği, Osmanlılarda da vardır. Onlar da bu durumun belli bir zaman elbetteki farkındaydılar. Fakat Osmanlı içine giren bozuk ırk (iffetsiz kadınlar), Osmanlının çökmesinde en büyük nedendir. Fatih Sultan Mehmet Han'a kadar gelen temiz soy ondan sonra gelen padişahlar tarafından kirletilmiş, önemsenmemiştir. Böylece büyük Osmanlı devletimizin yıkımı başlamıştır. Tarihe bakıp Osman Bey'in kimin yanında yetiştiği, neden kendisini yetiştiren o kişinin kızını aldığını, oğluna neden tıpkı Adem'in Şit'e ettiği vasiyet gibi, vasiyette bulunduğu, yeniçeri askerlerinin oluşumu ve davranışlarını, gizlendiği şekliyle kalmayıp araştırılırsa, elbet tüm bunların doğruluğu çıkar meydana. Hiçbir şey tesadüfler sonucu oluşmaz. Her şey Allah'ın bilgisindedir. Yeter ki sağlam ve içine nefis girmemiş kaynaklardan araştırın. Yazıyı bitirmeden kısaca Nuh Tufanı hakkında da bir şeyler söyleyeyim.
^ yukarı ^
İKİNCİ ADEM = NUH (Hayatı, Tufanı ve kızı Güruhu Naci)
Nuh peygamberde tıpkı diğer peygamber gibi, kendisine görev verildikten sonra, yoldan çıkan toplumu, uyarma görevini yerine getirmiştir. Fakat topluluk onu inkar etmiş, alaya almış hatta işkence bile yapmıştır. Dahası kendi oğulları başta Yam (Ken'an), Sam, Ham bile ona inanmadılar. Ona en fazla inanan kişi oğlu Lem ile (annesi ayrı) kızı Naci olmuştur. Hz.Nuh, içinde bulunduğu bu kavminden artık ümidini kestiği için, onlara bedduada bulundu. Allah'ta Nuh'a gemi yapmasını emretti. Emri alan Nuh gemiyi yapmaya başladı. Onun inşaa etmekte olduğu gemiyi görenler deli olduğunu düşündüler, yine alay ettiler. Zaman zaman gemiye gizlice yaklaşarak, habersizce pisliklerini yapıp gittiler. O derece azıtmış bir toplum olmuşlardı. Nuh'ta bu kişileri Allah'a havale etti. Allah'tan gemiye pislik yapan bu kişilere, öyle bir gazap geldi ki, tüm pisletenlere veba bulaştı. Bir çoğu da böyle kırıldı. Sonra Nuh'a yalvardılar bu illetten kurtulmak için. Oda "sizin dermanınız yine sizin pisliklerinizdir" dedi. Böylece o topluluk gemideki pislikleri şifa niyetine yemeye başladılar da ancak iyileştiler. Gemi bitince oğullarına ve kavmine, tufanın iyice yaklaştığını, kendisine inanıp onunla birlikte gelmemeleri durumunda, Allah'ın gazabına yakalanacaklarını, hepsinin helak olacağını söyledi. Ama topluluğun büyük bir kısmı ona inanmadı. Nuh bu tufan öncesi yaptığı son konuşmada, sadece oğullarından Sam ve Ham'ı ikna edebildi. Lem ise baştan beri babasının yanındaydı. Tufan kopmadan önce Allah'ın hikmeti ile dünyanın tüm hayvanları, tek tek geminin yapıldığı yere gelmeye başladılar. Her hayvandan en az 2 çift geliyordu. Nuh peygamberde hazırladığı büyük gemiye onları bir bir almaya başladı. Sıra eşeğe geldiğinde, eşek sanki bağlanmış gibi inat ediyor, Nuh'un onu gemiye bindirmek için yularından çekmesi fayda vermiyordu. Bu inat karşısında Nuh eşeğe hitaben "gelsen ya iblis" der. O anda şeytan da görünür ve gemiye girer. Nuh "sen kimsin nereden geldin" der. Şeytanda "benim ismimi çağırıp gelsen ya iblis dedin ya, işte ben iblisim" der. Böylece ibliste gemiye binmiş, orada yerini almış olur. İşte Alevilerin "euzubillahmineşeytanirracim" kelimesi yerine sadece "bismillahirrahmanirrahim" kullanmaları bu yüzdendir. Eşeğin gemiye binmemesi için, onu kuyruğundan tutan, geriye doğru çeken de, yine şeytandır. Nuh söylediği bu kelime karşısında üzülür, ama iş işten geçmiştir. Tüm hayvanlar ve çocukları gemiye bindikten sonra, büyük tufan kopar. Denizler taşmaya ve her taraf suyla dolmaya başlar. Nuh ise toplam 3 oğlu ve 1 kızı ile gemide yolculuğa başlamıştır. Oğlu Yam'ı da son anda gemiye almak istedi, ama o "Beni sudan koruyacak bir dağa sığınır ve kurtulurum" dedi, gemiye binmedi ve hemen bir dalga onu alıp, boğdu. Allah'ta Nuh'un bu oğlu hakkında kurtulması için dua etmesi karşısında şöyle dedi "Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme" . Sular dağları aştı. Gemiye binmeyen tüm insanlar ve hayvanlar telef oldu. Her taraf suyla dolmuştu. Gemide ise 5 kişi ve tüm hayvanlar'ın yanı sıra birde iblis vardı. Her gün birbirinin aynı şekilde akıp gidiyordu. Gemide de yapılacak işler vardı tabi. Hayvanların bakımı ve etrafın temizliği gibi. Tüm bu hizmetleri en çok Hz.Nuh, kızı Naci ve oğlu Lem yapıyorlardı. Diğer 2 oğlu ise pek çalışmak istemiyordu. Çünkü iblis onlarla birlikteydi. Nuh tüm bu olanlar karşısında bir çare düşündü. Aklına bir fikir geldi. Oğullarını etrafına toplayıp. Kim daha iyi çalışırsa (anneleri ayrı) kızı Naci'yi tufandan sonra onunla evlendireceğini söyledi. Ama gönlünde kızını, en çok sevdiği oğlu Lem'e vermek yatıyordu. Bunu duyan diğer oğullar Sam ve Ham eskisine göre daha iyi bir şekilde gemide hizmet etmeye ve çalışmaya başladılar. Günler günleri kovalıyor, tufan bitmek bilmiyordu. O sırada gemideki ahırları temizlemekte olan Nuh'un, şeytana yakın diğer oğullarından birisi, hayvanların çiftleşmekte olduğunu gördü. Uzun süren yalnızlığının ardından, şehveti kabardı. İblisinde onu dürtmesiyle, bir eşeğe musallat olmaya kalkıştı. Tam bu sırada Nuh onu fark etti ve oğluna dönerek "Hay yüzü kara olasıca" dedi. Çocuk ta gün geçtikçe siyahlaşmaya başladı. Aradan birkaç ay geçince, yiyecekler iyice azaldı. Nuh tufanın ne zaman biteceğini merak ederek Allah'a öğrendiği isimlerin yüzü suyu hürmetine dua etti. O anda Hızır (a.s.) Nuh'a göründü. "Sende kimsin? ya sofu, buraya nereden geldin?" dedi Nuh. Oda "Gökten geldim" dedi. "Yiyeceğimiz bitti" dedi Nuh. Hızır (a.s.) da "Bugün oruç tutun yiyeceğiniz yolda" dedi. Ertesi gün Nuh, ambarın yiyecekle dolmuş olduğunu gördü. Aradan zaman geçince yine yiyecekleri tükendi. Nuh tekrar aynı şekilde Allah'a dua etti. Bu kez yine birisi geldi. "Sen kimsin? Nerden geldin?" dedi Nuh. O da, "bana İlyas derler, sudan geldim, bugün oruç tutun, yiyeceğiniz yolda" dedi. Hızır (a.s.). Yine ertesi gün ambarın yiyecekle doldurulmuş olduğunu gördü Nuh. Belli bir zaman sonra yine yiyecek bitti. Nuh tekrar aynı şekilde Allah'a yalvardı. Artık tufanın bitmesini diledi. Yine birisi geldi "bugün oruç tutun" dedi. Ertesi gün yağışlar durmaya, sular da çekilmeye başladı. Üçüncü günün sonunda gemi karaya oturdu. Nuh peygamber başka kara parçasının olup olmadığını öğrenmek maksadıyla, gemideki kargalardan birine, uçup haber getirmesini istedi. Karga geri dönmedi. Nuh daha sonra, bir güvercin gönderdi. Güvercin ağzında bir zeytin dalıyla geri geldi. O zaman Nuh anladı ki, tufan bitmişti. Nuh öğrendiği isimlerin yüzü suyu hürmetine Allah'a şükretti. Böylece yer suyu çekti, gökte suyu tuttu. Nuh'a inanıp kurtulanlar 150 günün sonunda, karaya ilk defa ayak bastılar. Nuh'un çocukları aç oldukları ve dağda yiyecek olmadığı için emir üzerine ellerinde olan bütün yiyecekleri birleştirdiler ve böylece ilk defa Aşure yemeğini yaptılar. Adem'den beri gelen Hz.Muhammet'in nurunun, bu kez de kızı Naci'ye zuhur ettiğini, Nuh biliyordu. Nuh bu nurun hikmetini ve ne yapması gerektiğini de çok iyi biliyordu. Fakat Nuh'un tufan sırasında 3 oğluna birden bu nurlu kızını söz vermiş olması, onu çok düşündürüyordu. Zor durumda kalmıştı. Sonunda Allah'a bu konuda müracaat etti. Allah'ta kendisine "Ya Nuh! Dağdaki mağaraya kızınla birlikte, bir köpek birde eşek koy" diye emretti. Nuh'da denileni yaptı ve mağaranın girişini kapattı. Sabah olduğunda Nuh gidip mağaranın kapısını açtı. Birde ne görsün birbirinin tıpatıp aynı 3 kız. Nuh oğullarından da en çok Lem'i sevmekteydi. Alnında Hz.Muhammet'in nuru olan kızı Naci'yi, ona vermeyi arzuladı, fakat nasıl gerçek kızı Naci'yi köpek ve eşek'ten gelen kızlardan ayıracaktı? Bir çare düşündü ama bulamadı. Aklına kızının kendisinin hiçbir ricasını, istediğini kırmadığı geldi. Kızları denemek maksadıyla, her birinden tek tek bir ricada bulundu. Kızlardan ilki Nuh'un isteği karşısında çemkirdi. Nuh anladı ki, bu kız köpekten türeyendi. İkinci kızından da istekte bulundu, oda homurdanarak kişnedi. Nuh anladı ki, bu kızda eşekten türeyendi. Böylece gerçek kızını ayırt etmiş oldu. Onu, diğer oğullarından daha çok sevdiği Lem ile evlendirerek Hz.Muhammet'in nurunun, onlardan devam etmesini sağladı. İşte bu yüzden bizler Güruhumuz Naci'dir (Gürufu Naciyiz) deriz. Sünniler bu kişiyi "Fırka-i Naci" olarak bilirler. Nuh'un diğer oğullarına gelince; Nuh oğullarından Sam'ı mağaradaki kızlardan biri ile evlendirerek, Mağaaz dağları tarafına, soyunu sürdürmesi için göndermiştir. Diğer oğlu Ham'ı da, öbür kız ile birlikte Allahü Ekber dağları tarafına gönderir. Sevdiği oğlu Lem ile en sevdiği kızı Naci'yi ise Süphan dağları tarafına göndermiştir. Burada tekrar belirtelim Lem ile Naci, Nuh'un çocuklarıdır ama anneleri aynı değildir. Tıpkı Adem'in çocukları Şit ile Iklıma gibi. Bu yüzden Nuh'a ikinci Adem'de denilmektedir. Diğer kutsal kitaplarda adı geçen Yafet'in ise Lem ile aynı kişi olduğunu düşünebiliriz. Çoğu kez Sünnilerin Allahuekber, maazallah, süphanallah demesinin sebebi de bu dağlardır. Bu kelimeler dilimize Hz.Muhammet'in kızı Fatıma'yı isteyenlere söylemesiyle girmiştir. Hz.Muhammet o kişilere "sizin nereden geldiğiniz belli, biriniz Maağaz dağlarından, diğeriniz Allahüekber dağlarından geldiniz" demiş ve kızı Fatıma'yı Kuran-ı en hızlı hatim eden ve kendisi gibi Süphan dağından gelenlerden olan Hz.Ali'ye vermiştir. Ayrıca Hz.Ali'ye "Ya Ali. Şu dünya üzerine sen gelmiş olmasaydın, Fatıma'yı alabilecek başka kimse olmazdı" demiştir. Son olarakta yine Hz.Muhammet'in "Kadınların en iyisini, erkeklerin en iyisine verdim" diye buyurmuştur.
Selam ve dua ile